Kaplanın Sırtında – Zülfü Livaneli
Tür: | Roman |
Yazar: | Zülfü Livaneli |
Yayınlanma Tarihi: | 2022 |
Yayınevi: | İnkılap Kitabevi |
Karakterler
Sultan 2. Abdülhamid: Osmanlı İmparatorluğu’nun en zor döneminde tahta çıkmıştır. Farklı bir sultan portresi çizen; marangozlukla uğraşan birisidir. Kitap opera ve müziğe sevgisiyle ünlüdür. Bilim alanında birçok yeniliği desteklemiş ve uygulatmış birisidir. 33 yıl süren tahtın ardından 1909 yılında hal’ edilmiş, 1912 yılında İstanbul’a Beylerbeyi Sarayı’na getirilmiş, kalan ömrünü bu sarayda 10 Şubat 1918 yılına kadar devam ettirmiştir.
Müşfika Hanım: Abdülhamid’in eşidir. Onu son nefesine kadar terk etmeyen tek isimdir.
Doktor Atıf Hüseyin Bey: Padişaha Selanik’te ve daha sonrasında Beylerbeyi Sarayında da sağlığıyla ilgilenir. Tamamı on iki defter şeklinde tuttuğu günlükler tarihe ışık tutacak kadar önemli bir kaynak olmuştur.
Konusu
“Doğar doğmaz kaplanın sırtına koymuşlar beni, diye düşünüyor, şehzadelerin kaderi bu, kaplanın sırtında büyümek…
“Kaplanın Sırtında” olmak ihtişamlı görünümün, herkesin gıptayla bakacağı fakat düşünüldüğünde ise sonun belli olduğu bir konumdur. Şehzadeler hatta padişahlar bile hayatları boyu bu korkuyu hep enselerinde hissetmişlerdir. Livaneli’nin bu eseriyle Kaplanın Sırtındaki son isim olan 2. Abdülhamid dönemine ve onun aynadaki diğer suretine farklı bir bakış açısından bakılmasını sağlıyor. Önyargılardan uzak anlatımıyla, Devrik padişahın, Selanik sürgününü ve orada yaşadığı vicdan muhasebesini görmüş oluyoruz.
Roman iki bölümden oluşuyor. Birinci bölüm; Abdülhamid ve ailesinin sürgün edildiği Selanik günlerini, orada yaşadıkları alışılmışın dışındaki hayatlarını; İkinci bölümde ise Padişahın sağlığıyla ilgilenen Dr. Tabip Yüzbaşı Atıf Hüseyin Bey’e, Abdülhamid’in anlattığı 33 yılın muhasebesini içeriyor.
Kaplanın Sırtında Özeti
Birinci Bölüm
Abdülhamid ve ailesi, 28 Nisan 1909 Selanik sürgününden haftalar önce, onlara kurşun atan ihtilalcilerin ablukasında, ışıkları söndürülmüş sarayda geçirilen günler sonrasında gece yarısı bindirildikleri trenle Selanik’e sürgüne gönderilirler. Padişah ve ailesinin Alatini Köşkündeki geçirecekleri üç buçuk yılın ilk günleri olan, bugüne kadar ki hayatlarının alışılmışın dışındaki günleri de başlamış olur. Hayatı boyunca öldürülme korkusu yaşamış olan yaşlı padişahın sinirlerini alt üst eder. Sürüldüğü yer yine kendi topraklarıdır lakin kendini güvende hissedemez. Diğer sultanların hazin sonunu bildiğinden kendisi ve ailesi adına korkar. Tüm malvarlığını arkasında bırakarak sadece el çantasında götürebildiği ziynetlerle bu köşkteki hapis hayatı onu derinden etkiler. Yerine getirilen kardeşi Sultan Reşat’ın kendisi hakkında vereceği fermana hem boyun eğmekte hem de için için korkmaktadır. Zaten on yıldır sarayın dışına çıkmayan Abdülhamid’i en çok etkileyen bu hapis hayatında bahçeye çıkamaması ve ülkenin ahvalinden haber alamamasıdır. Bir süre sonra köşkteki eksikleri giderildikten sonra rutin hayatına geri döner. İstanbul’a dönmek isteyen çocuklarının ve eşlerinin talepleri kabul edilir. En büyük zevki olan marangozluk için kullandığı malzemeler ve şahsi eşyaları kendisine iletilir fakat güvenliği açısından endişelidir. Emrine verilen asker ve Dr. Atıf Hüseyin Bey’e her ne kadar güvenmese de dışarıdan bir haber alabilme ümidini yaşar. Bunlar olurken İmparatorluk içinde isyanlar başlamış, yetmiş iki milleti barındıran ülke büyük güçlerin körüklemeleriyle bölünmeye başlamıştır bile. 624 yıl hüküm süren Osmanlı İmparatorluğunun son otuz üç yılını yöneten Abdülhamid içinde büyük bir vicdani hesaplaşma da yaşamaktadır. Sultan Mahmut’tan sonra başlayan ekonomik çöküşe kendi katkısının da farkındadır. Çağın teknolojisine ayak uyduramayan bir ülkede çıkan karışıklıkları, içeride sükûneti sağlayarak, dışarıda anlaşmazlık yaşadığı ülkeleri birbirlerine düşman ederek vakit kazanma politikasını uygulamıştır fakat bu kaçınılmaz sona bir çözüm olmamıştır. Bunca yıl, saltanatı tehlikeye atacak her hareketi sürgünlerle önlemeye çalışmış, kardeşi Murat ve Reşat’ın isimlerini bile yasaklayacak kadar oturduğu koltuğun kölesi olan Abdülhamit nerede yanlış yaptığını kara kara düşünür.
Padişahın ve ailesinin sıhhatleri ile ilgili görevlendirilen Dr. Atıf Hüseyin Bey ise ihtilalci bir tabip askerdir. Çocukluk yıllarından beri padişahın uyguladığı yasakçı yönetimden yılmış, babasının sürgün edileceği korkusunu içinde yaşamıştır. Sevdiği kadının ailesinin sürgün edilmesi de ona olan bu nefretini katlar. Buna rağmen ettiği Hipokrat yemini her şeyin üstündedir. Bir süre padişahın güvenini kazanamaz çünkü hastası uçan kuştan korkacak haldedir. Aradan geçen bir yılın sonunda aralarındaki soğukluk erir. Dr. Abdülhamid’in ikna edici konuşmaları sayesinde hastasıyla günlük sohbetler etmeye başlar. Padişah hem doktora hem de bundan sonrasında kendini tarihte kötü anılmasını önleyecek savunmasını yazması için Atıf Hüseyin Bey’e kendi dönemini anlatır.
İkinci Bölüm
Dr. Atıf Hüseyin Bey her gün padişah ve ailesinin sağlığıyla ilgileniyor bunun yanı sıra padişahla günlük sohbetlerini yapıyordur. Abdülhamid, ona gençlik yıllarından itibaren yaşadıklarını anlatmaya başlar.
1867 yıllarında mutlu bir şehzade olan Abdülhamid, tahtta gözü olmayan, ticaretle uğraşan bir gençtir. O yıllarda bile babasının ve amcasının yaptırdıkları sarayları lüzumsuz görüyor bu uğurda para harcanmasının ekonomiye zarar verebileceğini idrak edebilen bir şehzadedir. 24 yaşında, abisi Murat’la Avrupa’yı gezme hayali içindedirler. Abdülmecid’in Avrupa seyahatinin ortaya çıkmasıyla, birlikte Avrupa’yı görme hayalleri gerçekleşecektir. Asırlar boyu hiçbir Osmanlı Padişahı kendisinin olmayan topraklara ayak basmamıştır. Ulema takımının büyük tepkilerini gidermek için padişahın ayakkabısının içine bir tabaka halinde serilen, İstanbul toprağı sayesinde bu sorun çözülür. Padişahın, Fransa imparatoru Napolyon’u ziyareti sırasındaki gözlemleri ve 42 gün süren seyahat sonrasında, Avrupa ülkeleri ile aralarındaki mesafenin kapatılamayacak şekilde açıldığının; fabrikaların, trenlerin, geceyi gündüz yapan lambaların, kadın erkek bir arada yaşanıldığını, birlikte üretildiğini görünce eksikliğin büyüklüğünün farkına varırlar. Fakat bu durumu aşabilmek için atılacak küçük adımlar yine ulema takımı tarafından kabul görmez. Doktor bir yandan devrik sultanı dinlerken öte yandan sorgulamayı ihmal etmez. Abdülhamid’i tahta getiren Mithat Paşa’nın tek şartı olan anayasa değişikliğini ve paşanın hazin sonunu sormaktan geri durmaz. İkinci Meşrutiyetin ilanından sonra yerini garantileyen padişahın meşrutiyet yanlısı tüm isimlerin sürgüne göndermesini, çıkarılan gazetelerin sansürlenerek yayımlanmasını, ülke içindeki farklı etnik grupların padişah tarafından birbirlerine kırdırılmasını muhatabı olan yaşlı adama sorar. Deneyimli sultanın her şeye verilecek bir cevabı vardır. Fakat bu kadar izah anlamsızdır. Ülke ateş altında, iktidar hırsı yaşayan yönetim isyanları bastıramıyor, farklı etnik grupları körükleyen büyük ülkelerin işgaliyle merkezi yönetim iyice dağılmaya başlamıştır. Doktorun köşkün dışında çalıştığı hastane yaralı askerlerle doludur. Üç buçuk yılsonunda artık imparatorluğun Balkanlar’ı kaybettiği, Bulgar ve Yunan ordularının Selanik’e doğru yürüdüğü, Bulgar’ın Edirne’ye hücum ettiği, İstanbul, Selanik demiryolu hattının kesilmiş olduğu padişaha söylenir. Büyük bir şaşkınlık yaşayan yaşlı adam, tüm gücünü toplayarak savunma için taktikler verse de nafiledir. Emiri verecek hükümettir. Abdülhamid’de sıradan birisidir artık. Kardeşi Sultan Reşat’ın onu İstanbul’a çağırması küçük bir taht ışığı açsa da onu bekleyen son Beylerbeyi Sarayındaki yeni hapis hayatıdır.
Kaplanın Sırtında – Kitap Açıklaması
Zülfü Livaneli’nin güçlü ve akıcı kaleminden 33 yıllık bir hükümdarlığın hikâyesi… Tümüyle gerçek olaylara dayanan Kaplanın Sırtında-İstibdat ve Hürriyet, sadece II. Abdülhamid’in hikâyesini değil; aynı zamanda dönemin ruhunu, anlayışını, isteklerini, hayal kırıklıklarını ve çok güçlü bir imparatorluğun çöküş aşamasında yaşanan üzüntüleri anlatıyor. Roman; yazarın II. Abdülhamid’in Selanik’e sürgüne yollanmasından sonra dış dünyayla tek bağlantısı olan hususi doktoru Tabip Yüzbaşı Atıf Hüseyin Bey’in günlüğünden yola çıktığı, Livaneli’nin uzun yıllar araştırarak ve kafasında tasarlayarak yazdığı bir eser.