En Uzun Gece – Ahmet Altan
| Tür: | Roman |
| Yazar: | Ahmet Altan |
| Yayınlanma Tarihi: | 2013 |
| Yayınevi: | Everest Yayınları |
| ISBN: | 9786051416212 |
Karakterler
Yelda: Zeki, eğitimli, iktisatçı bir kadındır. Bağımsızlık arzusuyla yetiştirilmiş ama aile baskısını çocukluğundan beri üzerinde taşıyor. Tutkulu, meydan okuyan, öfkesi kolay tetiklenen bir yapısı olduğundan sevgiyle hiddet arasında hızla savruluyor. Çok gururlu ve incindiğinde intikamcı davranabiliyor.
Selim: Üniversitede çalışan bir tarih profesörüdür. Kendine güveni yüksek, entelektüel, çekici biri ancak bu görünümün altında kıskanç, zaafları olan, duygusal olarak dengesiz bir taraf taşıyor. Yelda’ya hem hayran hem de onun gücünden korkuyor ve ilişki ilerledikçe güvensizlik ve aidiyet ihtiyacı toksik boyutlara ulaşıyor. Aldatma davranışı, kendi iç çöküşünü tetikliyor ve Yelda’yı kaybettikten sonra yoğun bir pişmanlık ve obsesyon geliştiriyor.
Fahrünnisa: Selim’in eski karısıdır. Daha geleneksel, sakin ve uyumlu bir karakterdir. Selim’in Yelda’yla yaşadığı duygusal fırtınanın karşısında, durağan ve güvenli limanı temsil ediyor. Selim’in ona geri dönmesi, Yelda ve Selim ilişkisindeki çatlağın derinliğini ortaya çıkartıyor.
Heja: Güneydoğu’daki saha çalışmasında karşılaşılan genç kadındır. Namus, töre, erkek şiddeti ve genç kadınların kaderi üzerine romanın toplumsal boyutunu taşıyan bir karakter. Yelda’nın kendi içindeki “aşkın karanlık yüzü” ile bölgedeki gerçek şiddet arasında bağ kurmasını sağlayan ayna işlevindedir.
Konusu
En Uzun Gece, Yelda ile Selim’in birbirini hem büyüten hem tüketen ilişkisini anlatırken, Güneydoğu’da töre cinayetleri üzerine yürütülen bir saha araştırmasıyla aşkın içindeki şiddeti toplumsal şiddetle paralel bir çizgide işler. Yelda geçmişinden, öfkesinden ve Selim’e bağlılığından kaçmaya çalışsa da kendi içindeki karanlıkla yüzleşir; roman, sevginin nasıl bir anda tahrip gücüne dönüşebileceğini gösterir.
En Uzun Gece Özeti
Romanda merkezde Yelda ve Selim var: Yelda, İstanbul’da okumuş, iktisatçı, zeki ve hırçın bir kadın; Selim ise üniversitede çalışan, tarih profesörü bir akademisyen. İkisi de zeka, başarı ve çekiciliklerinin farkında; aralarındaki ilişki başta yoğun bir tutku, zeka oyunları, meydan okumalar ve cinsellik üzerine kuruluyor. Ama bu tutku yavaş yavaş zehirli bir yapıya dönüşüyor: Selim’in kıskançlığı, kendini kanıtlama ihtiyacı ve zaafları, Yelda’nın inadı ve öfkeyle savrulan duyguları ilişkiyi yıpratıyor. Selim, bir noktada eski karısı Fahrünnisa’ya geri dönüp Yelda’yı aldatıyor; Yelda hem gururu hem de “yeter” noktası yüzünden ilişkiden kopuyor gibi yapıyor ama içten içe bu bağdan kurtulamıyor.
Kopuş sonrası roman iki düzlemde ilerliyor. Şimdiki zamanda Yelda, Güneydoğu’da töre cinayetlerini inceleyen uluslararası bir araştırma ekibine katılıp bir dağ köyüne gidiyor; hem bu “misyon”un içinde kadın cinayetleri, namus kavramı ve yerel şiddet kültürüyle yüzleşiyor, hem de Selim’den kaçtığını sanırken aslında ondan kaçamadığını fark ediyor. Araştırma ekibinde yerel rehberler, yabancı araştırmacılar ve özellikle Heja gibi genç kadın karakterler hem bölgenin şiddet atmosferini hem de Yelda’nın kendi hayatındaki duygusal şiddeti ona ayna gibi yansıtıyor.
Geri dönüşlerle de İstanbul’daki yıllar, Yelda’nın “namuslu, baskıcı ama iyi aile” kökeni, özgürleşme arzusu, Selim’le tanışması, aralarındaki güç savaşları ve aldatma süreci ayrıntılı biçimde açılıyor. Yelda, Selim’den kopmak için onu aşağılayan, kendisini de değersizleştiren başka bir erkekle ilişki yaşamaya girişiyor; bu “intikam” girişimi bir süre sonra ters tepiyor, çünkü diğer erkeğin kollarında bile zihninde ve bedeninde hâlâ Selim ve onunla yaşadığı tutku var.
Selim cephesinde de durum simetrik ama farklı: O, Yelda’yı kaybedince yaptığı hatanın ağırlığını tam anlamıyla hissetmeye başlıyor. Bir yandan eski ilişkilere (örneğin Elizabeth gibi başka kadınlara) sığınmaya çalışıyor, bir yandan da Yelda’ya duyduğu özlem krizleriyle boğuşuyor; arabayı kenara çekip nefes alamayacak kadar özlem yaşadığı sahneler, onun da bu ilişkiden yara aldığını gösteriyor. Ancak her ikisi de biliyor ki aralarındaki köprü çoktan çürümüş ve yıkılmış durumda: sevgi hâlâ canlı ama güven, sakinlik ve birlikte yaşama ihtimali neredeyse yok; bunun kendileri için “geri dönüşü olmayan bir yol” olduğunu sık sık içlerinden geçiriyorlar. Yelda Güneydoğu’da, köyde işlenen ya da konuşulan töre cinayetleri, özellikle Heja’nın hikâyesi ve trajedisi üzerinden, “öldürücü sevgi” ile kendi ilişkisini yan yana koyuyor; Altan, bu sayede bireysel aşk şiddetiyle toplumsal şiddeti birbirine paralel iki hat gibi örüyor.
Finalde Yelda, bir töre cinayetinin, Heja’nın ölümünün sarsıntısıyla Selim’i arayıp yaşadıklarını anlatıyor ve onu yanına çağırıyor. Selim, tereddütsüz ilk uçakla Güneydoğu’ya geliyor; Yelda ise bulunduğu tehlikeli ortamı gerekçe göstererek cipin anahtarlarını alıp havaalanına onu karşılamaya gidiyor. Selim’i alıp köye doğru dönerlerken, yolun ortasında, kimliği belirsiz biri tarafından Selim öldürülüyor. Böylece Yelda hem büyük bir aşkın, hem de şiddet dolu bir coğrafyanın ortasında, tam kavuşmaya yaklaşmışken ebedi bir kayıpla baş başa kalıyor. Roman, Selim’in ölümünün ardından Yelda’nın yaşadığı o ilk şok anını ve sonsuzmuş gibi uzayan gecesini anlatan sahnelerle, “En uzun gece başlamıştı” cümlesiyle kapanıyor; bu gece hem takvimdeki bir gece hem de Yelda’nın hayatında hiç bitmeyecek bir karanlığın metaforu hâline geliyor.
En Uzun Gece – Kitap Açıklaması
Birbirini seven iki insanın düşebileceği en kötü duruma düştüklerinin farkındaydı, sevgi asla kaybolmayacak bir biçimde canlıydı ama aralarındaki ilişki çürüyüp eski bir köprü gibi yıkılmıştı. Bir nehrin iki kıyısında kalmışlardı. Birbirlerini görüyorlar, rüzgârın kelimelerin çoğunu uğultusuyla boğduğunu bile bile birbirlerine sesleniyorlar ama birbirlerine ulaşamıyorlardı. Bütün hissettiklerine rağmen o köprünün bir daha kurulamayacağına inanıyordu, bunu denemeye bile gücü kalmamıştı, o kavgalar, kıskançlıklar, dinmeyen kuşkular, iyileşmesi imkânsız biçimde ilişkilerini de ruhlarını da hastalandırmıştı. Arabanın içinde yaşadığı o korkunç özlem krizini, arabayı nasıl kenara çektiğini, özlemenin şiddetinden nasıl soluğunun kesildiğini Yelda’ya hiçbir zaman anlatmadı, Yelda o kadar özlendiğini hiç bilmedi.
(Tanıtım Bülteninden)


