spot_img
Ana SayfaRomanHakka Sığındık

Hakka Sığındık

Hakka Sığındık – Hüseyin Rahmi Gürpınar

Tür:Roman
Yazar:Hüseyin Rahmi Gürpınar
Yayınlanma Tarihi:2021
Yayınevi:İş Bankası Kültür Yayınları
ISBN:9786254054570
Karakterler:

Hafız İshak Efendi:İaşe Heyeti üyesi, mebus, harp zengini; romandaki iki büyük konaktan birinin sahibi. Dindar görünür ama bu dindarlık hurafelere yatkın, öz-eleştiriden uzak bir yapıdır. Servetini kaybetme korkusu yüksek; gururu kırıldığında kolay paniğe kapılan zayıf bir kişiliktir.

Hacı Ferhat Efendi: Diğer büyük konak sahibi; Abdülhamid döneminde mal mülk edinmiş yaşlı bir zengin. Görgüsüz zenginliğin temsilidir; eğlence, gösteriş, israf ve mahalleye tepeden bakma hâli belirgindir. Dini inancı yüzeyseldir; kendi rahatını bozmadığı sürece geleneklere bağlı görünür.

Nüzhet Ulvi: Mektupları yazan genç; kalemi güçlü, idealist, fakir halkı savunan bir yazardır. Yöntemi yasa dışı olsa da, motivasyonu toplumsal eşitsizliği düzeltmektir. Bireysel çıkarı olmayıp aldığı tüm parayı yoksullara dağıtır. Romandaki, “vicdan mı, kanun mu?” tartışmasının merkezidir.

Komiser Şinasi Bey: Olayı araştıran, akılcı ve modern bir polis komiseridir. Hukuku temsil eder fakat halkın sefaletini gördükçe içten içe sistemin çarpıklığına karşı duyarlılık geliştirir.

Abdal Veli: Mezarlık civarındaki viranede yaşayan ağır zihinsel engelli bir adam; halk tarafından “evliya” sanılır. Hiçbir şeyin farkında değildir; etrafındaki her şey safsatanın ürünüdür. Yazar onu, halkın cehaletinin sembolü yapar.

Huriye: Savaş-salgın sonrası ailesini kaybedip sokakta kalan bir kız çocuğudur.

Hakka Sığındık Özeti

Roman, I. Dünya Savaşı’nın son yılı olan 1918’de, İspanyol gribinin İstanbul’u kasıp kavurduğu günlerde Aksaray’daki Hoşkadem Mahallesi’nde geçer. Salgın mahallede her evi bir yangın gibi dolaşırken, halkın büyük kısmı hâlâ “ecel Allah’tandır, doktor sözüne kulak asmak imansızlıktır” diyerek bilimsel tedbirlere karşı çıkar. Bu ortamda savaşın yokluk ve karaborsacılıkla zenginleşen iki büyük aile –Hacı Ferhat Efendi ile İaşe Heyeti üyesi, mebus Hafız İshak Efendi’nin konakları– mahalleliyle sert bir sınıfsal gerilim yaşar. Bu iki konak bolluk içindeyken, mahalle halkı açlık, hastalık ve ölümle kuşatılmış durumdadır.

Bir gün Hafız İshak’ın eline “Abdal Veli” imzalı, parlak mürekkeple süslenmiş, süslü ifadelerle dolu esrarengiz bir mektup gelir. Mektupta İshak’ın kızı Sadiye, torunu Hadiye ve oğlu Enver’in kısa süre içinde öleceği “gaipten haber” gibi bildirilir ve bu felaketlerin önüne geçmek için 300 lira değerinde bir yardımın Hakk’a sığınma amacıyla gönderilmesi istenir. İshak Efendi bu mektubu saçma ve kaba bir dolandırıcılık girişimi görür; komşusu Hacı Ferhat polise gitmenin gereksiz olacağını söyleyip onu frenler. Mektup bir kenara atılır. Fakat birkaç gün içinde İspanyol gribi konakta ardı ardına üç can alır: Torun Hadiye ateşlenerek ölür, hemen ardından kızı Sadiye aynı kaderi yaşar, son olarak oğlu Enver de hastalanıp ölür. On gün içinde üç cenaze çıkması konağı matem yuvasına çevirirken, mahallede “nihayet zenginler de acı çekti” duygusuyla karışık sert bir memnuniyet belirir. Kocakarılar bu ölümleri “ilahi adalet” diye yorumlar.

Bu felaketlerin ardından İshak Efendi, unuttuğu mektubu eline alınca, mektupta isim isim sayılan üç kişinin gerçekten ölmesi karşısında dehşete kapılır. 300 liraya kıyamadığı için üç yakınının ölümüne sebep olduğunu düşünerek kendini suçlar; mektubun “keramet” olduğuna inanır. Bu noktadan sonra hem İshak hem de Hacı Ferhat, hurafeye ve görünmez bir kudrete sığınmanın verdiği batıl bir teslimiyete kapılırlar. Mektubun yazısındaki acemilik bile onlara “kutsal işaret” gibi görünmeye başlar.

Bu sırada mahallelinin “evliya” diye yüz sürdüğü, mezarlık civarındaki viranede yaşayan ağırlı zihinsel engelli, pis ve bilinçsiz bir meczup vardır; halkın “Abdal Veli” diye kutsadığı kişi aslında budur. Polis komiseri Şinasi Bey ve arkadaşı Medhi, gelen şikâyetler ve mektuplardaki tuhaflık nedeniyle bu kişiyi soruşturur. Meczubun ne konuşabildiği, ne yazabildiği, ne de böyle bir mektup yazabilecek akli melekelerde olmadığı ortaya çıkar. Bu figürün tamamen halkın hurafe ve beklentilerinin yansıdığı boş bir yüzey olduğu anlaşılır.

Soruşturmayı derinleştiren komiser, mektupların ardındaki gerçek aklın okumuş, kalemi güçlü, toplumsal meseleleri dert eden biri olduğunu fark eder. Sonunda perde arkasındaki isim ortaya çıkar: Yazarlıkla geçinen, idealist, adalet duygusu yüksek bir genç olan Nüzhet Ulvi. Çocukluğundan beri İstanbul’un yoksul semtlerinde büyümüş, İspanyol gribi ve savaş koşullarında öksüz kalan çocukları, açlıktan sokaklara düşen aileleri, yangınlarda evsiz kalan insanları yakından görmüştür. Bir yanda İaşe Heyeti’nden nemalanan harp zenginlerinin sofraları donatılırken, diğer yanda halk ekmek bulamazken çocuklarını cami köşelerine terk etmek zorunda kalmaktadır. Nüzhet, bu çarpıcı adaletsizlik karşısında devrin devlet düzenine ve iktidar çevrelerine öfkelidir.

Nüzhet’in planı nettir: Halkın hurafelere, “veli” kültüne ve gaipten haber alma arzusuna olan zaafını kullanarak Abdal Veli adına esrarlı mektuplar yazmak; bu mektuplarla özellikle savaş ortamında servetini katlamış, toplumsal sorumluluktan kaçan kişileri hedef alıp, onlardan topladığı parayı aç ve muhtaçlara dağıtmak. Kendisini hırsız değil, serveti adaletsiz bir şekilde biriktirmiş kişilerden zorunlu bir yeniden bölüşüm yapan biri olarak görür. Kanunen suçlu olduğunu kabul etse de vicdanında kendisini haklı bulur. Romanın sosyalist tınıları burada belirginleşir.

Bu arada romanda geniş yer tutan bir yan hikâye, sokak çocuğu Huriye’nin komiser Şinasi’ye anlattığı trajik hayat öyküsüdür. Ailesini savaş ve salgında kaybeden bu kız, açlık, kıyafet yokluğu, dilencilik, hırsızlık ve çöküşün kıyısındaki çocukların yaşadığı sömürü döngüsünü bütün çıplaklığıyla anlatır. Şinasi bu tanıklık karşısında derinden sarsılır; bu sahneler Nüzhet’in neden böyle bir yol seçtiğini okur için anlaşılır kılar.

Soruşturma ilerledikçe Şinasi, mektupların üslup, hedef seçimi ve yazı özelliklerinden Nüzhet’e ulaşır. Bir noktada Nüzhet kendiliğinden gelip itiraf eder; Hacı Ferhat ve Hafız İshak’tan aldığı paraların nasıl toplandığını ve bunları hangi yoksullara dağıttığını ayrıntılarıyla anlatır. Şinasi, hukuku temsil eder ama dinlediği sefalet hikâyeleri nedeniyle Nüzhet’e duygusal olarak yaklaşmadan edemez; romanın temel gerilimi “kanun mu, vicdan mı?” tartışmasıdır.

Hacı Ferhat ve Hafız İshak’ın ise konaklarında yaşadıkları üç cenaze, mahalledeki nefret, hurafeye yönelişleri ve Nüzhet’in onları kullanması, devrin yozlaşmış ekonomik ve siyasal düzeninin bir özeti gibidir. Bu iki adam bireysel kötüler olarak değil; Abdülhamid’den İttihatçılara kadar uzanan devlet geleneğinin ürettiği savaş zenginlerinin temsilcileri olarak çizilir. Nüzhet’in yaptığı ise hukuken suç, fakat romanda toplumsal adalet talebinin bir protestosu gibi görünür.

Roman finalinde büyük bir mahkeme sahnesi yoktur; salgın şehri yavaşça bırakırken ardında mezarlıklarla dolmuş bir İstanbul, yoksulluk yüzünden suça sürüklenen çocuklar, devir değişse de yöntemlerini değiştirmeyen haris zenginler bırakır. “Hakk’a sığındık” fikri, hem aklın hem de sorumluluğun terk edilip hurafelere sarılan bir toplum eleştirisi olarak kalır. Savaş, salgın, sınıf çelişkisi, hurafe kültü ve toplumsal adalet arayışı romanın omurgasını oluşturur. Bu nedenle “Hakk’a Sığındık”, görünürde bir keramet hikâyesi değil, sert bir toplumsal gerçeklik romanıdır.

Hakka Sığındık – Kitap Açıklaması

İspanyol gribinin dünyayı kasıp kavurduğu yıllarda İstanbul bir yandan yangınlarla, bir yandan da salgın hastalıkla kavrulmaktadır. Zengin fakir ayırt etmeyen hastalık, yoksul evlerine de zenginlerin köşklerine de sıçrar, girdiği hanelerden birkaç can almadan çıkmaz. Haksız kazançla zengin olanların batıl inançlarından ve korkularından faydalanmak isteyenlerse evliyalık iddiasıyla bir düzen kurup çıkar sağlamanın peşindedir. Hüseyin Rahmi Gürpınar, çelişkilerle ördüğü romanında bir dönemin bütün aksaklıklarını göz önüne sererken okuru nefes nefese bir polisiyeyle baş başa bırakıyor. Hüseyin Rahmi Gürpınar (1864-1944) Dönemini ve çevresini romanlarında yaşatıp, genç yaşlarından itibaren geniş halk kitlelerince sevilerek okunmuş Hüseyin Rahmi, edebiyatımızın benzeri az bulunur şahsiyetlerindendir. Kitaplarında İstanbul yaşamının özel inanışları, toplumsal ve ekonomik eşitsizlikler, kadın erkek ilişkileri gibi konular halkın özgün konuşma biçimleri korunarak, çok defa gülünç, bazen hüzünlü olarak işlenir. Romanımıza “mahalli renk” ilk kez onunla girer. Yazarlık yaşamına 1883’te Tercüman-ı Hakikat gazetesinde başlar. 1896’da İkdam gazetesinde roman ve öyküleri tefrika edilirken üne kavuşur. Döneminin en çok okunan yazarı olur. Tüm kazancı yazarlıktan gelir. Bu sayede Heybeliada’da şimdi müze olan köşkünü alır. 1908 Meşrutiyet’inden sonra Ahmet Rasim’le Boşboğaz adında bir mizah gazetesi çıkarır. İlk soruşturmaya böylelikle uğrar. Gazetesi kapanır. İkinci kez Ben Deli miyim? romanıyla mahkemelik olacak ve yine beraat edecektir. Çoğu roman olmak üzere öykü, tiyatro, makale ve eleştiri türünde altmışın üzerinde kitabı bulunmaktadır. Yazarın seçme eserlerine Türk Edebiyatı Klasikleri Dizimizde yer vermeyi sürdüreceğiz.

(Tanıtım Bülteninden)

Bizi Takip Edin! @kitapdiyaricomtr

Sinem Ezgi Akbulut
Sinem Ezgi Akbulut
Okur - Yazar - Çizer

Bilgilendirme
“Sitemiz, kitaplara dair bilgiler sunarak hafızanızı yenilemenize ve yeni okuma deneyimlerine adım atmanıza yardımcı olmayı amaçlamaktadır.”

BENZER KONULAR

YORUMLAR

Abone
Bildir
guest
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle

Sosyal Medya

815BeğenenlerBeğen
4,831TakipçilerTakip Et
35TakipçilerTakip Et
29TakipçilerTakip Et
285AboneAbone Ol

Günün Kitabı

Editör Seçimleri

Popüler Konular

Son Konular