Yeşil Mürekkep – Osman Balcıgil
Tür: | Roman |
Yazar: | Osman Balcıgil |
Yayınlanma Tarihi: | 2016 |
Yayınevi: | Destek Yayınları |
Konusu
Roman; “Başına gelecekleri bilse, katiyen çıkmazdı o yolculuğa Sabahattin Ali” cümlesiyle başlıyor. Genç ve umut dolu bir yazar ve eğitimcinin bu uğurda verdiği mücadeleyi ve bedelini canıyla ödemesini okuyoruz. Ülkesinin, aydınlığa ulaşabilmesi için elinden gelen her şeyi yapar. Anadolu’nun çeşitli yerlerinde gördüğü toplumsal ve yönetimden kaynaklı eksiklikleri dile getirir. Eleştiri ve önerileri, Cumhuriyet için tehdit sayılır. Onu belki de tek anlayan kişi, Köy Enstitülerinin de kurucularından olan Hasan Ali Yücel’dir. Sabahattin Ali, ülkesinin daha demokratik, eşit haklarla yönetilmesini, dil din ırk gözetmeksizin huzur içinde bir yaşamın mümkün olduğunu savunan ilerici bir aydındır. Faşizmin insanlığı felakete sürükleyeceğini, bu tür zorba bir rejimin önünün kesilmesini, kapitalizmin tamamen yok edilmesini savunur. Milliyetçilik karşıtı söylemlerine, sosyalizme dair güzellemesi eşlik ettiğinde dikkatleri üzerine çeker. Sayısız mahkeme, hapis hayatına rağmen okumaktan ve yazmaktan asla vaz geçmez. Edebiyata sayısız katkısı olmasına rağmen bu başarısını kendisinin göremeyişi üzüntü vericidir.
Yeşil Mürekkep, Sabahattin Ali’nin hayatını anlatırken öte taraftan tam bir dönem kitabıdır. İki dünya savaşı yaşayan gezegende kutuplaşmaların arttığı bunun ülkelerdeki yayılımını da görüyoruz. Cumhuriyetin ilk yıllarını, bugünlere kadar olan siyasi hareketleri ve seçilen hükümetlerin yanlış tercihleri anlamlandırdığı için önemli bir eser. Aydınların sürgünle, faili meçhul cinayetlere kurban giderek cehaletin önünün açıldığı da başka bir gerçek.
Yeşil Mürekkep Özeti
Sabahattin Ali
Sabahattin Ali, 1907 yılında Edirne’de doğar. İlköğretimi İstanbul’da okur, ardından ailesi Çanakkale’ye taşınır. Orada İptidai Mektebi’ne kaydolur. Çanakkale Savaşı nedeniyle kapanan okullar, babası ve diğer subayların çabasıyla yeniden açılır, hatta Türkçe derslerini bizzat babası vermeye başlar. 1918 yılında İzmir’e göç ederler, oradan Edremit’e uzanan zorlu yıllara bir de parasızlık eşlik eder. Komşuları ona saçlarının sarı ve dalgalı oluşundan dolayı “Sabah Yıldızı” lakabını takarlar. Balıkesir Öğretmen Okulunda eğitimini tamamladıktan sonra, Yozgat’ta bir yıl öğretmenlik yapar. Cumhuriyet’in ilk yıllarında sınavla belirlenen başarılı öğrenciler yurt dışına gönderiliyorlardır. Sabahattin Ali’de bu projenin bir parçası olarak Almanya’ya dil öğrenmeye gönderilir. Zaten edebiyata merakı olan yazar, Alman dili ve kültürünü öğrenmeye çok isteklidir. Fakat Almanya’nın 1. Dünya Savaşı yenilgisi toplumsal ve iktisadi hayatı kâbusa dönmüştür. Sabahattin Ali’nin eğitim gördüğü okul, ülkenin tipik bir aynası gibidir. Yahudi düşmanlığı başlamış, yaygın zenofobiden Türk öğrencilerde nasiplerini almışlardır. Yazar, okuldaki bir öğrenciyle tartışmasından dolayı disiplin cezası almış ve 1928’de başlayan Almanya serüveni 1930’da sona ermiş olur. Genç adam döndüğünde bunun pişmanlığını yaşasa da artık çok geçtir.
Genç yazar, kendi ülkesiyle Almanya’yı kıyaslamış ve aradaki uçurumdan ziyadesiyle etkilenmiştir. Orada bulunduğu zamanı çok iyi değerlendirmiş, Goethe ve Schiller gibi yazarları orijinal dilde okuyarak, müzik ve tüm sanat aktivitelerini yakından takip ederek amacına da bir nevi ulaşmıştır. İstanbul’a döndüğünde arkadaşı Pertev’in yanına gider. Genç adam, arkadaşının da iteklemesiyle o güne kadar yazdığı şiir ve hikayeleri; Nazım Hikmet’in de yazarı olduğu “Resimli Ay” dergisine bırakır. Yine Pertevin yardımıyla tekrar öğretmenliğe döner, yeni yeri Bursa/Orhaneli’dir. İki arkadaş mutlulukla çıktıkları kapıda Pertev, Ayşe ile yazarımızı tanıştırır. Sabahattin Ali’nin bir diğer özelliği de çabuk âşık olmasıdır. Âşık olduğu her kadına da ona özel şiirler yazar.
Genç adam Bursa’da göreve başlamıştır, hafta sonları Resimli Ay’a gidiyor, oradaki çalışmalara da katılıyordur. Bu arada Nazım Hikmet’le olan dostlukları gelişir ve onu roman yazması yönünde yüreklendirir. Bursa’dayken Almanca yeterlilik sınavını kazanır, Aydın’da Almanca öğretmenliğine başlar. Genç adam; batı görmüş, dil bilen, eli kalem tutan, sempatik bir kişiliğe sahiptir. Her zaman temiz ve bakımlı kıyafetleri, tel çerçeveli gözlüğü, ağzından düşürmediği piposu ve yeşil mürekkepli dolmakalemiyle entelektüel bir görüntü sergiler. Kapitalist sistemin baştan sona sorgulanması hatta yok edilmesi gerektiğini her gittiği yerde anlatır. Dünyada ve Türkiye’de bu tür söylemler artmış, Rusya’da Ekim Devrimi gerçekleşmiş, dünyanın her yerinde alternatif bir siyasi sistemin var olabileceği haberi yayılmaya başlamıştır. Bu düşüncelerin yansıtıldığı Resimli Ay dergisi, yayın politikasını belirlemiş; sanat ve edebiyatın yanı sıra dünyaya daha soldan bakmaya başlamıştır. Fakat devlet memuru olan yazarımız için bu tehlike çanlarının çalması demektir. O tarihlerde genç Türkiye, Cumhuriyete geçiş dönemi yaşıyor ve bu tarz alternatif görüşleri bir öneri değil tehdit olarak algılıyordur. Sabahattin Ali; sosyalizmin erdemlerini anlatıyor, uygulanan sistemin ezilen sınıfların yaşam koşullarını değiştirmediğini bulunduğu her yerde anlatıyordur. Çekinmeden yapılan bu konuşmalar sayesinde tatil için geldiği İstanbul’da tutuklanır. Savcı onu, çalıştığı okulda “Kızıl İstanbul” isimli derginin propagandasını yapmakla suçlar. Üç ay hapis yattıktan sonra durum anlaşılır ve serbest kalır. Aydın’da kalması uygun görülmeyip Konya’ya Almanca öğretmeni olarak gönderilir. Yazar hapiste tanıştığı kişilerin hayatlarını yazarken bir yandan da işine devam eder. Hapisten çıktıktan sonra, Yeni Anadolu gazetesinin sahibi Cemal Bey ile tanışır. Yazdığı hikayeler bölümler halimde yayımlanacaktır. “Bir Kadın Dalaveresi” adlı hikayesi büyük ilgi görür.
Fakat genç yazar düşündüğünü söylemeyi, yazmayı sürdürüyordur. “Kuyucaklı Yusuf” roman da bir istisna değildir ve yayımlanmaya başlar. Gazetenin tirajının her geçen gün artmasına rağmen yazar hakkı olan ücreti alamaz ve gazeteye yazı göndermeyi keser. Bunu hazmedemeyen gazete patronu sözüm ona yazarın, Gazi Mustafa Kemal için aleyhte şiir yazdığını fakat bunun yayımlanmasına kendisinin izin vermediği iddiasında bulunur. Genç adam, yalanlayıp durumu anlatsa da bir yıl hapis cezasına çarptırılır. Önce Konya sonra Sinop cezaevinde mahkûm edilir. Sabahattin Ali; buralarda boş durmaz, zamanını okuyarak ve yazarak geçirir. Siciline “Gazi’ye hakaret” ve “komünizme meyilli” yazdığı için memuriyet hayatı biter. Cumhuriyet’in onuncu yılında çıkan genel afla özgürlüğüne kavuşur. İstanbul’a geldiğinde “Resimli Ay” kapatılmış, Nazım Hikmet, takma bir isimle yine sanatın ve edebiyatın içindedir. Fakat genç adam çalışıp para kazanmak zorundadır. Ankara’ya dayısı Rıfat Bey’in yanına gider. Orada önceden tanıdığı, Hasan Ali Yücel’den yeniden öğretmenliğe dönebilmek için yardım ister. Genç adamın, mesleğine dönebilmesinin çaresini ararlar. Çıkan sonuç, eski kanaatlerinin değiştiğini ispat etmesi yönündedir. Varlık dergisindeki yayımlanan şiiriyle affedilir. Göz önünde tutulması için bu defa Ankara’da işe başlar. Bu arada soyadı kanunu çıkmış, babasının adı Ali’yi (Babasının adı Ali Selahaddin’dir) almıştır. Yaşadıkları onu yormuş, düzenli bir aile hayatı için evlenmek istemektedir. Erenköy’ de bir akraba ziyaretinde görüp âşık olduğu Aliye’dedir aklı. Bir süre sonra çift evlenip Ankara’da yaşamaya başlarlar. Eşine âşık olan adam onu mutlu edebilmek için elinden geleni yapar. Dönemin maarif vekili Saffet Arıkan (kültür bakanı) ona iki ayrı okulda öğretmenlik, kitap çevirmenliği verir. Bu kadar yoğunluğa rağmen yazmaktan okumaktan vaz geçmez. Askerlik vazifesi bitip, kızı Filiz’in doğumundan sonra hayatı rutine döner. Fakat “Kuyucaklı Yusuf” romanı, halkı aile hayatından ve askerlikten soğuttuğu gerekçesiyle yine yazarın, hakkında dava açılır. Neyse ki romanı inceleyen heyet kusur bulmaz. Yazdığı hikayelerle savunduğu fikirleri açıkça ifade etmesiyle gözler hep üzerindedir.
1933 yılına gelindiğinde, Türkiye’de üniversiteler bir reforma tabi tutulmuş ve Almanya’dan kaçan bilim insanlarıyla kontrat imzalanmaya başlanmıştır. Atatürk, bu bilim adamlarının ülke için “ilaç” görevini üstleneceğinin farkındadır. Bu sayede Sabahattin Ali, Carl Ebert gibi bir aydınla çalışma şansına erer. Birlikte Shakespeare’in Julius Cesar gibi oyunları çevirip sahneye koyarlar. Bu sayede çevresi genişlemiş fakat onun açık fikirli oluşu dikkatleri daha çok üzerine çekmesine neden olmuştur. 1939 yılında bu defa çıtayı biraz daha yükseltip, konu olarak aydın kesimi seçer ve “İçimizdeki Şeytan” isimli romanı yazar. Milliyetçi kesimin büyük tepkisini çekmesi uzun sürmez. Bu arada 2. Dünya Savaşı patlak vermiş, ülkeler saf belirlemeye başlamıştır. Kalkınmanın her anlamda hızlandığını dönemde yeniden savaşa girmek akıl dışıdır. İsmet İnönü bu tehlikenin içinde olmamak için tarafsız davranır.
Sabahattin Ali, bu dönemde tekrar askerliğe çağrılır. Ailesini yeniden İstanbul’a taşır, yoğunluğunun arasında “Kürk Mantolu Kadın” romanını Büyükdere’deki çadırında yazmaya başlar. Kitap 1943 yılında basılmaya hazırdır. Dünya Savaşının ağır gündemine yazarın yakın dostu Nazım Hikmete verilen 28 yıllık hapis cezası eşlik ettiği, yazarın umutlarının tükendiği dönemdir. 1944, genç adam için hareketli bir yıl olacaktır. Eski arkadaşı Nihal Atsız, milliyetçilik söylemleriyle yazarı ve onun gibi düşünenleri hedef haline getirir.
Dünya değişip, Türkiye değişen dünya içinde pozisyonunu yeniden alırken, Sabahattin ülkenin gidişatına aktif olarak müdahale etmenin derdine düşer. İlerici, ezilenden yana, demokrasiyi savunan bir gazete çıkarır. Yeni Dünya gazetesinin ömrü çok kısadır. Turancı ve İslamcı çok sayıda üniversite öğrencisi, yayın evini kullanılamaz hale getirir. Hükümet yönünü ABD ve Batıya dönmüşken SSCB’den yana tavır sergileyen yazarımız için Hasan Ali Yücel bile bir şey yapamaz ve işsiz kalır.
Ankara defteri onun için kapanmıştır. İstanbul’a gider ve Aziz Nesin’le birlikte “Markopaşa” isimli dergiyi çıkarırlar. Muhalif yayın yapan dergi tiraj rekorları kırar. Ülke içinde, kutuplaşma hızlanmıştır, matbaalar yakılıp tahrip ediliyor ya da korku salınarak basımı durduruluyordur. Göze batmaya başlayan dergi kapatılır. Sabahattin Ali ve Aziz Nesin aralıklarla yargılanıyorlar fakat dergi farklı isimlerle yayın hayatına devam ediyordur. Dünyadaki kutuplaşma ülkeyi sarmış, kendisine yaşama şansı verilmeyen yazar, yurt dışına gitme planları yapmaya başlamıştır. Yapmak istediği tek şey ülkeyi daha aydın ve temeli eşitliğe dayanan bir yönetim sistemi ile var edebilmektir. Yaşadığı ülkede bunu dillendirmesi bile suçtur. Hapiste tanıştığı iki kişiyle irtibata geçer ve legal olarak yurt dışına çıkmasına izin verilmeyen yazarımız illegal yollardan Bulgaristan sınırından geçmek ister. Fakat büyük bir oyuna getirilip günlerce işkence gördükten sonra öldürülür. Ölümünden iki buçuk ay geçtikten sonra, 16 Haziran 1948’de cesedi bulunan yazar ancak 12 Ocak 1949’da gazetelerdeki manşetlerde yerini alır. Öldüren kişiler tutuklanır fakat arkasındaki gizli gücü açıklamaz. Sabahattin Ali, Türkiye’nin faili meçhul cinayet listesinde yerini alacaktır.
Yeşil Mürekkep – Kitap Açıklaması
Sabahattin Ali, Bulgaristan’a kaçmasını sağlayacak kişinin istihbarat ajanı olduğunun farkına varamadı. Kendisini, adı ölüm olan o dipsiz kuyuya bıraktı.
“Kuyucaklı Yusuf”, “İçimizdeki Şeytan”, “Kürk Mantolu Madonna”, bir dolu öykü ve çoğu şarkı olacak şiirler yazamayacaktı artık. Devlet eliyle öldürülecek, “Ankara” isimli yeni romanı da yarım kalacaktı. Başkentte devletin acımasız çarklarının nasıl döndüğünü, siyasilerin ve bürokratların kirli ellerinin nerelere uzanabildiğini yazacaktı mümkün olsa. Yazamadı.
Başına indirilen bir odun parçasıyla, kanlar içinde yığıldı yere. Yeşil mürekkepli dolmakalemi düştü cebinden. Çantasından, yeni romanının sayfaları savruldu etrafa. Yazıları yetim kalmıştı. Biricik kızı Filiz de öyle. Gözleri bir daha açılmamak üzere kapanırken, cüzdanında güzel Aliye’nin fotoğrafları da ağlıyordu.
Kısacık bir hayata, nesilden nesile miras kalacak eşsiz eserler sığdırmayı başarmış, vatansever bir aydındı Sabahattin Ali. Yazılarıyla haksızlığa, baskıya ve dayatmalara başkaldıran, aşka âşık bir sevda adamıydı.
“Ela Gözlü Pars Celile”nin yazarı Osman Balcıgil’in kaleminden dökülen “Yeşil Mürekkep” acılı kuşağın mücadelesini tarihe not düşen emsalsiz bir roman.
(Tanıtım Bülteninden)