Ana SayfaRomanYedinci Gün

Yedinci Gün

Yedinci Gün – İhsan Oktay Anar

Tür:Roman
Yazar:İhsan Oktay Anar
Yayınlanma Tarihi:2020
Yayınevi:İletişim Yayınları
Karakterler

İhsan Sait: Tombul yüzlü, çekik gözlü, çıkık elmacık kemikleri olan Moğol suratlı bir adamdır.

Diğer karakterler: Prenses Dojira

Konusu

Kitap II. Abdülhamid’in Osmanlı döneminde geçer ve ana karakter İhsan Sait’in kendisine gelecekten bir aşk mektubu gönderen Prenses Döjira’ya ulaşma mücadelesini anlatır. Bunun için kendisine gelecekten gönderdiği zeplin tasarım planlarını kullanarak bir zeplin icat eder. 1930’lara giden ana karakterimiz, hayatı boyunca yaşadıklarını bu kitapta 6 günde yazar ve 7. gün dinlenir.

Yedinci Gün Özeti

II. Abdülhamid döneminde Paşaoğlu isimli şahıs, babasının üvey kardeşinin padişaha kalan mirası sayesinde hiçbir iş yapmadan rahat bir hayat sürmüş; hobi olarak fizik, kimya ve biyoloji gibi bilimlere ilgi duyabilir. Beyoğlu’ndaki kumarhanelerde mahsur kalan Pashaoğlu, Aman Baba adında bir Almanla kumar oynar, ancak bir keresinde Müslüman olan bir adamla kumar oynar. Kumarda ortaya konan inanç budur. Kafir olan Paşaoğlu, kumarda Aman Baba’yı yenerse onun da kafir olmasını sağlayacaktır. Hayır, yenilirse, dindar Müslüman olur. Oyunda Paşaoğlu, Aman Baba’ya yenilir ve Müslüman olmak zorundadır.

İhsan Sait adındaki tombul yüzlü, çekik gözleri ve çıkık elmacık kemikleri olan Moğol suratlı bir adam, Sultanahmet cezaevinden çıktıktan sonra tefeciyle iş bulur. Bu işin en ufak detayını tefeci sayesinde öğrenen İhsan Sait, bir gün çocukları yediği söylenen tefeciyi öldürür ve bütün mal varlığını buna yatırır. Böylece zenginleşen İhsan Said’in yolu bir keresinde Ayastefanos’un demir minarelerinde son bulur. Demir minareler Paşaoğlu’nun kurduğu bir mekândır. Duvarlarında asılı Allah ve Muhammed’in kitabelerine, minber ve mihraba benzer kısımlarına bakılırsa burası kutsal bir yerdir. Ancak elektrik kablolarına, çeşitli makinelere ve uğursuz atmosfere bakılırsa burası kutsal olmayan bir yerdir. İhsan Said girer ve Bevvab adında bir hizmetçi tarafından kaçırılıp buraya getirilen bir şeyhi takip eder. Paşaoğlu’nun göklerle araç yapabilecek bir makinesi olduğu ortaya çıkar. Dolayısıyla ona göre Allah’tan vahiy almak mümkündür. Ancak, o bir günahkârdır. Bu iş için en iyi adaylar şüphesiz şeylerdir. Bu nedenle Paşaoğlu şeyhleri ​​kaçırıp buraya getirterek, elektrik bağladığı şeylere yüksek voltajlı elektrik verir. Ne yazık ki şeyhler vahiy almak ve Tanrı ile iletişim kurmak yerine ölürler. İhsan Said’in takip ettiği şeyh de bu şekilde vefat eder. Bunun üzerine İhsan Said silahını çıkarır, Paşaoğlu’na saldırır ve onu öldürür. Artık bu lanetli yer onundur ve Bevvab sadece İhsan Said’e hizmet edecektir. Bir gün İhsan Sait demir minarelerde uyurken ona, “Oğlun İhsan Sait’i bırakma” der. Mektup gelir. Bu birkaç kez tekrarlanır. Ancak İhsan Said’in oğlu yoktur. Bir gün bir derviş ona rastlamış ve “Ben senin oğlun İhsan Sait’im!” demiş. Der. İhsan Said ona biraz para verir ve gönderir. Oğlundan hala haber alamaz. Bir gün İhsan Said, Prenses Dojira isimli birinden bir mektup alır. Mavi gözlü güzeller güzeli prenses İhsan Said’e olan aşkını anlatır. İhsan Sait de bir mektup yazar ama prensesin ona gelecekten mektup gönderdiğini anlar. Daha sonra Prenses Dojira, İhsan Said’i geleceğe taşıyacak bir hava gemisinin çizimlerini gönderir. İhsan Sait bu zeplini demir minarelerdeki atölyesinde yapar. Ancak Almanlar bu hava gemisini ele geçirmek ister. İhsan Said de atölyesinde Almanları eğlendirir. Bir süre dışarı çıkar ve içeride kalan Almanlara zehirli gaz verir. Böylece Almanların çoğu ölür. Zeplini kaçırmak isteyen İhsan Said, Almanlarla çatışmak zorunda kalır. Mürettebatının çoğunu kaybeden İhsan Sait, zeplini kaybetmez. Zeplin yükselir, yükselir ve atmosferden çıkar. Donarak ölen İhsan Said, bu şekilde ölümsüzlüğe kavuşur ve yarı tanrı olur. Şimdi gelecekteki sevgilisine doğru yola çıkar.

İhsan Sait’in bir daha hiç görmediği oğlunu Ruslarla savaşta bir asker olarak görürüz. Ne yazık ki Ali İhsan bu savaşta şehit olmuştur. İhsan Said’in hayaleti, oğlunun cesedine secde eder. Yıllar geçer. Cumhuriyet Türkiye’sinde Dolmabahçe Sarayı’nda, Söylentiye göre bu saraya bir hayalet musallat olur. Bu konuyu araştırmak için yedi kişilik bir komisyon kurulur. Bu komisyonun çalışması sırasında, memurlar sekiz tane olduğunu fark ederler. Sekizinci kişi İhsan Said’in hayaletidir. İhsan Said gelecekten geldi ve sevgilisi Prenses Dojira’yı bulamaz. II. Abdülhamid’in dosyaladığı tüm kişilerin kayıtlarının bulunduğu komisyon, İhsan Sait’in hayatını da biliyor ve ona yardım etmek ister. İyi bir adam olması şartıyla Prenses Dojira ile tanışacağını söyler. Ayrıca Prenses Dojira, İhsan Said’i yüzündeki yara izinden tanıyacaktır, oysa İhsan Said’in yüzünde hiçbir yara izi yoktur. İhsan Sait neden o zaman oğlu Ali İhsan’ın yüzündeki yara izini hatırlar. Daha sonra sevgilisi Prenses Dojira’ya ulaşmak için geçmişe döner; ama İhsan Said gibi. Dolmabahçe Sarayı’nda bulunan İhsan Said, tüm macerasını orada yedi kişiye yazdırmıştır. Bu yedi kişi, yedi uyuyanlardan başkası değildir. Bütün hikâye onların hayallerinden oluşur. Bu yedi kişi arasında adı Kıtmir olan bir köpek vardır. İhsan Sait tüm hikâyeyi altı günde yazdırmış, yedinci gün yorulmuş ve dinlenmiş. Kâtiplere de aynısını yapmalarını emretmiştir.

Anar kitabını gelecek haksız eleştirilere cevap olarak söyle bitirmiştir:

“…, dünyada olup bitenleri bir bir yedi kişiye yazdırdı. Yazdırırken muhterisleri de düşündü ve bu kitabındaki kusurları, rastlayınca sevinip tatmin olsunlar diye onlara sadaka olarak verdi. Allah kabul etsin! O, bütün rızklara kefildir, umulur ki doyarlar. „

Yedinci Gün – Kitap Açıklaması

Çizgilerin kürelere, zamanın sonsuzluğa, sonsuzlukların da hayâllere dönüştüğü bir hikâyedir bu. Sıradan insanların sıra dışılığı, bilinen hikâyelerin düşlere dönüşümü, zaafların asîlleşmesi, erdemlerin ardındaki günâhkârlık tüm içtenliğiyle akacak zihinlere. İnsan olmanın en zayıf ve en yüce yanları, bir hikâyenin dokunuşuyla bir kez daha bilinebilir olacak.

İhsan Oktay Anar, bu yeni düşüyle sizleri bir kez daha şaşırtacak. Çizgilerde değil kürelerde gezinecek, bilinen zamanların bilinmeyen anlarına yolculuk edeceksiniz. Alışık olmadığınız bu dünyanın kapısından girdiğinizde âşinalık hissedecek, sadeliğin ihtişâmına teslim olmanın rahatlığıyla kendinizi akışta yolculuk ederken bulacaksınız.

“Benzin tankları da doldurulduğunda vakit gece yarısını çoktan geçmişti. Zeplinin kumanda kabinine önce Selahattin çıktı ve alavereye tırmanıp motör kabinine geçti. İhsan Sait ve İdris Dede ise ahşap merdivenden kumanda kabinine çıktılar. Aman Baba, aşağıda amelelerin başındaydı.

Yukarıdaki kumanda ve motör kabinlerinden yirmişer uçlu iniş palamarları sarkıtıldı. Aşağıdaki Aman Baba’nın emriyle 60 kadar amele bu palamarlara asıldı. Aman Baba’nın, ‘Hazır ol! Dikkat! Şimdi!’ demesiyle, bu iş için görevli ameleler, zeplini kum torbalarına bağlayan halatları baltayla kopardılar. İşte tam bu anda palamarlara var güçleriyle sımsıkı asılan adamların ayakları yerden kesilir gibi oldu.

Aman Baba korkuyla, ‘Herkes palamarlara!’ diye bağırınca geri kalan ameleler de telâşla koşuşturup halatlara asıldı ve tepesi neredeyse hangarın tavanına değen zeplin hasar görmekten böylece kurtuldu. Aman Baba, ‘Haydi arslanlarım! Göreyim sizi!’ diye haykırdıktan sonra, adamlar kendilerini paralayarak, zeplini hangardan dışarı çekmeye başladılar. Göklere yükselmek için can atan bir ejderhaya benzeyen hidrojen dolu devâsâ hava sefînesinin halatlarına asıldıkları için, zaman zaman ayakları yerden kesili kesiliveriyor, yerden yükseldikleri böylesi durumlarda, sanki boşlukta koşuyorlarmış gibi bacaklarını sallıyorlardı.

Nihâyet dışarı çıktıklarında bu kez kendi terleriyle değil şiddetli yağmurla ıslandılar. Üstelik zeplini oraya buraya kımıldatan şiddetli rüzgâr amelelerin işlerini zorlaştırıyordu. Aman Baba, ‘Palamarları sakın bırakmayın! Kur’ân-ı Kerim’e nasıl yapıştıysanız halatlara da öyle yapışın! 40 adımımız kaldı!’ diye bağırdığında amelelerin çoğunun tâkati tükenmişti. Nihâyet zeplini hangardan yeterince uzağa götürebildiler. Ama hemen hepsi sıfırı tüketmişti.

Çok geçmeden zeplindekiler palamarları aşağı bıraktılar. Hava sefînesinin kumanda kabininde, İdris Dede açtığı iskele ve sancak pencerelerindeki mesnetlere makinalı tüfekleri rapt ederken İhsan Sait, makina dâiresi telgrafının kolunu geriye çekti ve muhabere borusundan motör kabinine, ‘Selo! İskele ve sancak motörleri marş! Yarım yol ileri!’ diye bağırdı.

Selahattin manyetoları çevirip irtifâ motörlerini gürül gürül çalıştırınca, zeplinin dört pervânesi birden, ‘Flap!….. Flap!.. Flap! Fırrrrrrrrrrrr!’ sedâsıyla dönmeye başladı. İhsan Sait kordona asılıp kıç safra tankından su boşaltınca, zeplin bir süre kuyruk havada yol aldı. Ancak dümeni kırıp hava sefînesini, rüzgârın estiği yere döndürdükten sonra, baş safra tankının valfına bağlı kordona, meyil saati 14 dereceyi gösterene kadar asılır asılmaz, aşağıdaki herkesin üzerine zeplinden ‘Foşşşşşş!’ diye su boşaldı. Zeplin artık olması gerektiği gibi, pupasını rüzgâra vermiş, burun yukarı seyrediyor, o karanlık gecede ve yağmur altında göklere yavaş yavaş tırmanıyordu! Allâh nazardan saklasın, bu koskoca hava sefînesi gerçekten muhteşemdi! Maşâ’allâh, Bârekallâh, lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh! Fakat maateessüf, işte tam bu esnâda, bir tâlihsizlik kapkara yağmur bulutlarını dağıttı ve dolunayın ışığı zeplini bir süre gün gibi açığa çıkardı.”

KitapDiyarı
KitapDiyarı
İnsan her şeyi anlatamaz, zaten kelimeler de her şeyi anlatmaya yetmez.

BENZER KONULAR

YORUMLAR

Abone ol
Bildir
guest
0 Yorum
En eski
En yeni En çok oy alan
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüleyin

Sosyal Medya

774BeğenenlerBeğen
4,853TakipçilerTakip Et
21TakipçilerTakip Et
22TakipçilerTakip Et
62AboneAbone Ol

Günün Kitabı

Editör Seçimleri

Popüler Konular

Son Konular