Beş Şehir – Ahmet Hamdi Tanpınar
Tür: | Deneme |
Yazar: | Ahmet Hamdi Tanpınar |
Yayınlanma Tarihi: | 2001 |
Yayınevi: | Dergah Yayınları |
Konusu
Beş Şehir, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın gözü ile hayatındaki tesadüfleri Ankara, Erzurum, Konya, Bursa ve İstanbul’u anlattığı denemesidir.
Beş Şehir Özeti
Erzurum
Ülkenin Birinci Dünya Savaşı’ndaki deneyiminin acısı hiçbir yerde burada olduğu kadar net görülmedi. Eski ressamların resmetmeyi sevdikleri şekliyle ölümün zaferiydi. Dört yıl boyunca, bu dağlarda kurtlar insan etiyle ziyafet çekmiş ve ölüm tüm dizginleriyle saldırmış, seçim yapmadan avlanmıştı. Uğursuz tırpan, bir saat gibi durmaksızın çalışmış, önüne çıkan her şeyi doğramıştı. Ancak nüfusu altmış binden sekiz bine düşen Erzurum, Milli Mücadele’de başı çekmiş, Ermenistan’ın zaferini gerçekleştirmiş ve yavaş yavaş hayatta kalan hemşerilerini toplamaya başlamıştır. Erzurum, Türk tarihine ve Türk coğrafyasına 1945 metreden bakıyor. Şehrin macerası göz önüne alındığında, bu yükseklik her zaman dikkate alınması gereken bir şeydir. Malazgirt Zaferi’nin açtığı boşluktan yeni vatana giren ecdadımızın fethettiği büyük, merkezi şehirlerden biridir. Tarihimizin ikinci dönüm noktasında Milli Mücadele’nin ilk temelleri Erzurum’da atılmıştır. Her şeye rağmen özgür ve bağımsız yaşama iradesi önce bu kartal yuvasında kanatlanır. Atatürk işe Erzurum’dan başlar. Tıpkı ilk fatihler gibi oradan Anadolu’ya yürür; oradan başlayarak milletimizin tarihi hakları adına ülkemizi yeniden fethedeceğiz.
Konya
Konya bozkırın çocuğudur. Onun gibi onun da kendini gizleyen gizemli bir güzelliği vardır. Bozkır kendine serap tadı vermekten keyif alır. Konya’ya hangi yönden girerseniz girin, bu serap sizi karşılayacaktır. Çok kusurlu bir arazide, bir rüya gibi ufukta her zaman bir ışık oyunu asılı kalır. Serin gölgeleri ve pınarları uzaktan susuzluğumuza gülen bu hayal büyüyüp genişleyerek yolun her köşesinde kaybolur ve sonunda kendinizi Selçuklu Sultanlarının şehrinde buluyorsunuz. Mevlana bir şairdir. Şiiri reddetmesine ve hor görmesine rağmen, Doğu’nun en büyük şairlerinden biridir. Nasıl ki, bütün eziyet, sosyal düzen veya düzensizlik korkusu, merhamet arzusu ve adalet susuzluğuyla Batı Orta Çağı Dante’nin eserinde toplanmışsa, Müslüman Doğu’daki varoluşun bütün hikmetleri Divan-ı’dadır.
Bursa
Bursa’nın Türk ruhunun en saf standartlarına sahip olduğu söylenebilir, çünkü bu dönem başlı başına bir mucize, bir kahramanlık ve maneviyat dönemidir. Bu gerçeği çok iyi gören ve anlayan Evliya Çelebi, Bursa’dan bahseder ve “Ruhu olan bir şehirdir” der. İster istemez sayacaksınız: Gümüşlü, Muradiye, Yeşil, Nilüfer Hatun, Geyikli Baba, Emir Sultan, Konuralp… Bunlar gerçekten bir şehrin semt, mahalle isimleri; Yoksa bizim gibi belli bir devirde yaşamış bazı insanların isimleri mi? Hepsinde geçmiş dediğimiz o uzak masal ülkesinden derlenmiş özel renkler, çok özel ışıklar ve geçmişin tüm duyguları gibi çok özlenen tatlar var… Tek başına dolaşıp içen eski masal padişahlarına benzer. Küçük gümüş kaplı el aynalarında saçlarına düşen beyazları seyrederek yaşlanır. Önce Edirne’nin sonra İstanbul’un tercih edilmesine ortak olmasına kim bilir ne kadar üzülür, nasıl ağlar. Evliya Çelebi, Bursa çeşmelerinden bahsettikten sonra “Kısacası Bursa sudan ibarettir” diyerek bitiriyor. Sevgili Evliya! Bursa’da orijinal saate yakın olan ikinci seferi bize daha farklı ve daha derin kılan şeyin ne olduğunu şimdi öğrenmiş gibiyim. Çevreyi kucaklayan, dokunduğu her şeyin özünü bir sonsuzlukta tekrarlayan bu ses ve yansımaları, bu mevsimlerin ve düşüncelerin ebedi aynası, zamanın üç çizgisini aynı anda veren tılsımlı bir aynadır.
Ankara
Belki Milli Mücadele yıllarının bıraktığı bir etki, belki de çelik zırh giymiş eski bir silahşor gibi görünen kalesinin doğrudan bir izlenimi; Ankara bana hep dasitani ve kavgacı görünür. Şehrin durumunun da buna uygun olduğu gerçeği var. Uzaktan gözümüze çarpan, iki düz tepenin arasından geçişiyle doğal bir sur görüntüsüdür. Ankara, uzun tarihinin şaşırtıcı kombinasyonlarıyla doludur. Yüzyıllar boyunca uğradığı istilalar, yangınlar ve yağmalar şehirde geçirilen zamanlardan çok az iz bırakmıştır. Garip bir karmaşa içinde bu tarih hep insanın gözünün önündedir. Türk kültürünün tesadüfen kendinden önceki uygarlıklara bu kadar canlı bir şekilde karıştığı çok az yer vardır.
İstanbul
Surları aşan minareli camiler şehri Gerçek İstanbul, Beyoğlu, Boğaziçi, Üsküdar, Erenköy cepheleri, Çekmeceler, Bentler, Adalar, kendi güzellikleriyle bizde farklı duygular uyandıran, farklı yaşam biçimlerine ilham veren manzaralar. Tıpkı bir şehir içindeki diğer coğrafyalar gibi hayallerimizde. . Her İstanbullu az çok şairdir; çünkü iradesi ve zekâsıyla yeni şekiller yaratmasa da sihre çok benzeyen bir hayal oyunu içinde yaşar. Bu da tarihten gündelik hayata, aşktan sofraya uzanıyor. “Tesrinler geldi, lüfer mevsimi başlıyor.” Veya “Nisan ayındayız, Boğaz’ın sırtlarında erguvanlar açmış.” Düşünmek, yaşadığımız anı bir efsaneye dönüştürmek için yeterlidir. Eski İstanbullular bu masalın içinde ve sadece onunla yaşarlardı. Bugün mahalle yok. Sadece şehrin oraya buraya dağılmış eski, fakir mahalleleri var. Zaman zaman defnedildiği köşeden çıkıp birbirlerinin hatırını sormak, bir fincan kahve içmek, geçmişi birlikte anmak için çıkan, her türlü belaya katlanarak mahalleyi dolaşan mahalleli yaşlılar. … Sadece belediye teşkilatının bir parçası olarak var. Zaten mahalle yavaş yavaş üst kattan habersiz, ölümüne ve yaşamına kayıtsız, küçük bir Babil gibi, her penceresi ayrı bir radyo istasyonunun ezgisiyle dolup taşan alt katta bir apartmana bırakılmıştı. Beylerbeyi’nde, Emirgan’da, Kandilli’de veya İstinye’de günün her saati birbirinden farklıdır. Beykoz, Çubuklu ağaçlarının serin gölgesinde son hayallerini üzerinden atmaya çalışırken, Yeniköy ve Büyükdere gözlerine batan güneşle erkenden uyanırlar. Kuzguncuk’ta sular, birkaç sümbülle karışmış bir menekşe tarlası gibi kıyı boyunca kaynaşırken, İstanbul’un ulu zambaklar gibi ince bir sis tabakasıyla kesilen minareleri, düşlerinden bembeyaz bir ışık gibi parlar.
Beş Şehir – Kitap Açıklaması
Beş Şehir’in asıl konusu hayatımızda kaybolan şeylerin ardından duyulan üzüntü ile yeniye karşı beslenen iştiyaktır. İlk bakışta birbiriyle çatışır görünen bu iki duyguyu sevgi kelimesinde birleştirebiliriz. Bu sevginin kendisine çerçeve olarak seçtiği şehirler, benim hayatımın tesadüfleridir. Bu itibarla onların arkasında kendi insanımızı ve hayatımızı, vatanın manevi çehresi olan kültürümüzü görmek daha da doğru olur. Bizden evvelki nesiller gibi bizim neslimiz de, bu değerlere, şimdi medeniyet değişmesi dediğimiz, bütün yaşama ümitlerimizin bağlı olduğu uzun ve sarsıcı tecrübenin bizi getirdiği sert dönemeçlerden baktı. Yüzelli senedir hep onun uçurumlarına sarktık. Onun dirseklerinden arkada bıraktığımız yolu ve uzakta zahmetimize gülen vaitli manzarayı seyrettik.