Ana SayfaRomanYaz Yağmuru

Yaz Yağmuru

Yaz Yağmuru – Ahmet Hamdi

Tür:Hikayeler
Yazar:Ahmet Hamdi Tanpınar
Yayınlanma Tarihi:1955
Yayınevi:Varlık Yayınları
Konusu

13 Haziran 1955 – 3 Temmuz 1955 tarihleri ​​arasında “Yeni İstanbul” dergisinde tefrika edilen “Yaz Yağmuru” hikâyesi 1944 yazını anlatır. Tanpınar’ın yaşadığı ve ürettiği dönemde İstanbul büyük zorluklardan geçmiş, eski ihtişamını kaybetmiştir. Her anlamda özellikle bugünden geriye dönüp baktığımızda resmen tenha bir şehirdir.

Yaz Yağmuru Özeti

Yaz Yağmuru’nda yer alan öykülerin tamamı yazarın ölümünden sonra hazırlanan Hikâyeler başlıklı derlemede yazarın diğer öyküleriyle birlikte okurların dikkatine sunulmuştur.

“Yaz Yağmuru” aynı zamanda kitabın ilk öyküsünün de adıdır. Kitabın diğer öyküleri şunlardır:

  1. Yaz Yağmuru
  2. Teslim
  3. Acıbademdeki Köşk
  4. Rüyalar
  5. Adem’le Havva
  6. Bir Tren Yolculuğu
  7. Yaz Gecesi
Yaz Yağmuru

Öykü, Sabri Bey’in evinin bahçesinde genç ve güzel bir kadını yağmurdan ıslanmış halde, bir ağacı incelerken görmesiyle başlıyor. Genç kadını evine alan Sabri Bey, onu ıslanmış elbiselerinden kurtulması için, birkaç hafta önce babasının yanına, Antalya’ya, ziyarete giden eşinin elbiselerinden veriyor. İlk izlenim olarak Genç kadın Sabri Bey üzerinde tarifi zor bir izlenim bırakıyor. Öyle ki; takındığı tavırları, konuştuğu cümleleri, el-kol ve yüz hareketlerini başkasında görse katiyen dayanamayacağını düşünen Sabri Bey, bu tuhaf kadında ona çekici gelen bir şeyler görür ve ilgisi artar. Bu şekilde başlayan kısa ve garip arkadaşlık Sabri Bey’i sanki genç kadını yıllardır tanıyormuşçasına etkisi altına alır. Daha bir gün önce bile tanımadığını hayal ettiği bu genç kadın Sabri Bey’in zihnini öylesine meşgul eder ki; karısına ve iki çocuğuna karşı, onların yokluğunda, varlıklarına ihanet ediyor olma korkusu ve endişesiyle tedirgin olur. Bu tedirgin olma hali, evin hizmetçisi olan Ayşe Kadın’ın, genç kadın ve Sabri Bey’i evde baş başa ve üstelik bu yabancı kadının üzerinde Hacce Seher Hanım’ın elbiselerini görmüş olması nedeniyle daha da artar. Zaten kişiliği itibariyle birisine çok büyük bir sadakatle bağlanan Ayşe Kadın, çok derin bir sadakatle bağlı bulunduğu hanımına bir ihanetin söz konusu olması ihtimaline karşı korkuya kapılır. Neyse ki genç kadın durumu izah eder ve onu rahatlatır. Ayrılma Vakti geldiğinde genç kadın Sabri Bey’den kendisini vapura kadar götürmesini rica eder. Sabri Bey yolda kendisinden kalmasını istese de genç kadın ileride onu özellikle ziyarete geleceğini söyleyerek savuşturur.

Aldığı cevaptan ziyade Sabri Bey bu gizemli ve çekici kadından korktuğunu düşünüp, aslında içten içe gittiğine memnun olur. Günler, Sabri Bey üzerinde genç kadının bıraktığı etkiyi yavaş yavaş silmeye yüz tutmuşken birden çıka gelir genç kadın. Sabri Bey kendini mutlu hisseder bu kavuşma karşısında. Beraber yüzmek ve daha sonra günün geri kalanını beraber geçirmek için çıkarlar. Bu gezi sırasında kadının çocuksu yanlarını keşfeder Sabri Bey. Birbirlerini tanıma adına her biri kendi hayatını anlatır diğerine. Sabri Bey, genç kadının farklı davranışlarını, çocukluluğunda yaşadığı olaylara bağlar. Ona göre genç kadın, çocukken yaşadığı yangın hadisesi ve evlerininim kalfasının, sırf ölen teyzesiyle aynı adı taşıyor diye genç kadına sanki teyzesiymiş gibi davranması, kadının kişiliğinde onarılmaz boşluklar oluşturmuştu. Bu boşluklar, onun hala daha bir çocuk gibi aniden mutlu veya üzgün olmasının nedeni olabilirdi Sabri Bey’e göre. Nedeni ne olursa olsun o, genç kadının bu çocuksu halinden hoşlanıyordu. Çocuksu kişiliğinin yanında kadında gördüğü birtakım içsel davranışların sebebini ise kadının sorunlu bir evlilik yapmış olmasından kaynaklandığını düşünüyordu.

Geziyi bitirip eve dönmüşlerdi. Sabri Bey içten içe sebepsiz bir sevince kapılıyor sonra aniden durgunlaşıyor ve korku duyuyordu. Ya genç kadın bu gece evde kalmaya karar vermişse! Belirli bir müddet genç kadın eski yaşantısını, çocukluğunu anlatmaya devam eder. Sonra birdenbire Tanpınar’ın tabiriyle “bir zemberek durmuş gibi susar”. Gitmeye karar verir, Sabri Bey’den kendisini rıhtıma kadar götürmesini rica eder. Sabri Bey içinden kendi kendiyle tartışmakla meşgul, rıhtıma kadar yürürler. Kadın ayrılırken, Sabri bey ipi kopmuş bir uçurtma hayal eder, bir uçurma; asla tekrar göremeyeceği. Bu düşüncelerle eve döner, karısını düşünür ve gidip getirmeye karar verir ailesini.

Teslim

İçinde yaşadığı topluma yabancılaşan ve toplum tarafından önemsenmeyip bir yabancı gibi algılanan Emin Bey’in teslim oluşunu anlatır. Hikâye, bir tren istasyonunda başlar. Emin Bey ve tüm kafile treni beklemektedirler. Trenin gelmesine daha vakit olduğundan Emin Bey istasyondan ayrılıp etrafta yürüyüşe çıkar. Yolda, yalnızlığını ve çevresindeki insanları düşünür. Ona göre kendisini dinlemiş olsalardı yaşadıkları kasaba on yıl içinde değişebilir, başka bir âlem olurdu. Bunun yanında Emin Bey, çevresinin bir harmoni içerisinde yaşayıp gitmesine ve kendisinin bu harmoninin dışında kalmasına bir kez daha üzülür. Bu düşüncelerle ilerlerken, yolda üniversiteden arkadaşı Süleyman ile karşılaşır. Süleyman, Emin Bey’i evine davet eder. Yaşadığı hayattan, kayıp babasını, 9 çocuk ve karısını 3 yıl önce tesadüfen bulup eve getirdiğinden ve bundan dolayı kendi karsının evi terlettiğinden bahseder Süleyman. Emin Bey, üniversite de herkesin sevdiği Süleyman’ın böylesi bir hayat sürmesi karşısında şaşırır, onu kurtarmak içi kafasında düşünceler oluşturulmaya kalkar. Ardından ayrılır iki eski arkadaş. Emin Bey tren istasyonuna döner. Kendisini istasyonda bekleyen kafileden Cabbar Zade’nin yanına gider Emin Bey. Bu sefer farklı duygular taşımaktadır. Hikâye, Emin Bey’in Cabbar Zade’ye dolaysıyla tüm insanlığa bir nevi teslim oluşuyla noktalanır. Bu teslim oluş Emin Bey’in önceden kabul etmediği için toplumdan dışlanmasına neden olan tüm normları kafasında yok ettiği anlamını taşır.

Acıbademdeki Köşk

Acıbademdeki Köşk hikâye kahramanın annesinin dayısı, Sani Bey’in evidir ve kahramanın kişiliğinin oluşmasında büyük etkileri olmuştur bu evin. Karısıyla mutlu bir yaşam süren Sani Bey tam bir icat meraklısıdır ve evini de bu zihniyetle inşa ettirmiştir. Ev içinde bir odadan diğerine doğrudan geçmek mümkün değildir, labirentli bir yapıdadır. Sani Bey bunu hırsızlardan korunmak amacıyla yapmıştır. Evin, Sani Bey’in icat çalışmalarını sürdürdüğü atölyesinde onun eskicilerden, hurdacılardan, mezatlardan topladığı bir yığın değişik şekillerde demir parçaları, eşyalar vardır. Sani Bey sürekli yenilerini getirdiği bu yığınlarla icat çalışmalarını devam ettirmektedir evde. Sani Bey, bir icat delisidir ve ona göre işleyen insan kafasının üç büyük gayesi vardır: İcat, ıslah (düzeltme) ve tadil (değişiklik). Bu üç kategori de birbiri ile iç içe geçmişlerdir. Evde yapmış olduğu hamam da onun eşsiz dehasının bir örneği niteliğindedir. Ev ahalisine gösterdiğinde herkesi çok güldürmüş ve mutlu etmiştir. Sani Bey’e göre hayatta yapmadığın bir şey için üzülmeyecek, yerine, onu gerçekleştirmek için çok çalışacaktın. Sani Bey, her şeye rağmen mutlu olmayı başarabilen nadir insanlardandır. Kendi yaptığı hamamda yarı yanmış halde bulunan Sani Bey ardından ölüm döşeğinde kendine bakan her bir zihinde “İşte hayatta amacını gerçekleştirip giden mesut biri” düşüncesini oluşturmuştur.

Rüyalar

Cemil, kendisini gittikçe rahatsız eden değişik sıklıklarla, rüyalar görmektedir. Belli bir süre sonra artık öyle bir noktaya gelmiştir ki Cemil gün ortasında birdenbire kendinden geçer, o anda elinde ne varsa yere düşer ve bu ani uyuklamanın ardından kendine gelirdi. Bu kısacık uyku hali sırasında Cemil yine aynı rüyaları görmektedir. Bu rüyalarda boynu yaralı bir kadın ona yalvarmaktadır. Cemil’e kendisini kurtarmasını söylemektedir. “Çağırıyorlar, beni çağırıyorlar. Gitmeğe mecburum, anlamıyor musunuz? Kurtarın… Ne olur, beni kurtarın… Ah yine başlayacak, yine bana soracaklar, hiç söylemeyeceğim şeyleri soracaklar… Beni kurtarın, ne olursunuz beni kurtarın! Ben nasıl söylerim onlara? Bilmezsiniz, ayakta, o masanın başında neler çekiyorum… İnsanlar hiç yerine ne kadar zalim oluyorlar.” Cemil, bu feryatlar, yalvarmalar karşında hiçbir şey söyleyemez, onu kalbi merhametten parçalana parçalana dinler.

Cemil yine böylesi rüyalar gördüğü bir günün akşamı dışarı çıkar, karşıya geçer. Vapurla geri dönerken eski bir tanıdığa rastlar. Eski tanıdık Cemil’in hiç arayıp sormamasından şikâyet eder. Kendisinin Cemil’i aramak istemesinden fakat gelmek istemeyeceğini düşünerek bundan vazgeçişini anlatır. Bununla beraber arkadaşlarıyla birlikte çağırdıkları ruhtan bahseder. “Selma adında bir kız, intihar etmiş.. Hem de yeni… İki aydır çağırıyoruz, her şeyi söylüyor, ne sorduksa ama hepsini,… Fakat bir türlü intiharının sebebini söylemiyor… Ne kadar sıkıştırsak nafile..” Cemil daha fazla dinleyemez eski tanıdığı. Dalgaların üstünde beyaz bir hayalet korku dolu gözlerle kendisine bakar ve “Gel gidelim” der gibi işaret eder.

Adem ile Havva

Bu hikaye, ilahi dinlerin tümünde ortak olan “Adem ile Havva” inancının bir hikaye tarzı ve Ahmet Hamdi üslubuyla yoğrularak, şiirsel bir dille ifadesidir. Hikayede Adem ile Havva’nın yeryüzüne inişi resmedilir.

Havva, Adem’den bir parça olarak Allah tarafından yaratılır. Adem, Havva’ya kim olduğunu sorar. Havva: “benim, senden bir parçayım” der. Bu sırada kader, uykusundan uyanır ve etrafta bir telaş silsilesi oluşturarak Adem ile Havva’nın önüne gelir. Önce bireyler görmezler. Sonra kader, “cilalanmış bir abanoz sathı” gibi parlar ve onlar bunun içinde kendilerini görürler. Daha sonra yeryüzünü, bildiklerinden başka türlü ağaçlar, başka türlü nehirler başka türlü çiçekler görürler. Bunun ardından kendilerinden türeyecek tüm bir insanlığı, yeryüzü hakikatlerini, gece ve gündüzü, Gençliği, İhtiyarlığı ve Ölümü, mevsimleri görürler.

Kader, daha sonra bulutlar gibi etraflarını sarar ve onlar kendilerini kaderin mahpusu bilirler. Ardından Adem ve Havva yeryüzüne gönderilir. Adem, Serendip’te bir dağ tepesine, Havva ise Yemen’de bir kuyu başına iner. Birbirlerinden ayrı düşmüş Adem ile Havva birbirlerini aramaya koyulurlar. Yeryüzünü dolduran çeşitli hayvanlar Adem ile Havva’nın birbirlerini ararken çıkardığı sesten ürker ve “insan sesine susamış toprak bu sesleri duydukça ısınır, değişir.”.

Bir Tren Yolculuğu

Bir tren istasyonunda, trenin kalkmasını bekleyen yolcuların ve dışarıda muamelelerinin bitmesini bekleyen bir grup tiyatro sanatçısının resmedilmesiyle başlar hikâye. Nihayetinde bu tiyatro topluluğunun da trene binmesiyle tren hareket eder. Bunların geç binmesinin nedeni, içlerinde daha önce bulunmuş genç bir kadın oyuncunun ölmesi ve bu ölüm ardından istasyonda jandarma kumandanının onlara bu ölüm hakkında sorular sormasıdır.

Ölen kızın adı Zeyneb’tir. Tiyatro topluluğunun gösteri sunduğu bir kentte zengince bir adam tarafından beğenilir ve kendisine evlenme teklif edilir. Teklifi kabul eden kız düğün hazırlıklarının yapıldığı günlerde, bindiği at arabasının uçuruma yuvarlamasıyla ölür.

Zeyneb, üvey anne elinde büyümüş, hırpalanmış bir çocuktur. Üvey annesinin ona yaşattığı sıkıntıları tüm hayatı boyunca çekmek zorunda kalmıştır. Küçükken sürekli bir yerlere saklanıp, Zeyneb’i korkutan üvey anne, onun kişiliği üzerinde derin yaralar açmıştır. Bundan dolayıdır ki, Zeyneb sürekli bir kaçış, bir kurtuluş hayali içerisinde yaşamış, ilk evliliğini de böyle bir kaçış hayali sonrası, yakalanarak bitirmek zorunda kalmıştır. Tiyatroya da aslında böylesi bir kaçış umuduyla başlamıştır. Ama istediği üne kavuşamayınca, zengince adamın evlenme teklifini kabul etmiş, ancak henüz hayalini kurduğu mutluluğu göremeden ölmüştür.

Yaz Gecesi

Hikâyede, iki kız kardeş bir arkadaşlarını köşke davet etmiştir ama adamın bu evde kötü hatıraları vardır. Özellikle, onun gece kalması için hazırlanan oda, adamın katlanamayacağı hatıraları anımsatır.

35 yıl önce henüz o çocukken, bu evin karşısında yaşayan bir ailenin çocuğudur. Şimdi kaldıkları odada da o zamanlar bu evin sahibi olan hasta adamı hatırlar. Bu yaşlı ve hasta adam öylesine hastadır ki, geceleri, çığlıkları tüm mahalleyi uyandırır. Bu çığlıklar, o zamanlar çocuk olan, misafiri derinden etkiler. Daha sonra genç bir çocukken de bu evin hayatı üzerinde farklı etkileri olur. Burada, hasta adamla beraber yaşayan, onun evlatlığını ve karısını hatırlar misafir. Yarı deli olarak bilinen evlatlık kızla olan ilişkisini düşünür ve ürperir. Çünkü bu ilişkiden olan bebek evin bahçesindeki ceviz ağacının altına gömülmüştür ve üstelik bu olay dedikodu halinde mahalleye farklı şekilde yansımıştır. Dedikodulara göre, ceviz ağacı altına gömülü olan bebek hasta adamla evlatlığındandır.

Çocukluğunda bu evde böylesi bir cinsel deneyim yaşamış olan misafir, bu anıların birleşip bir bunalım halinde geleceğine yansıması sonucu bir daha hiçbir kadınla beraber olamaz. Dahası bu yaşadıklarının hiç kimseye anlatmamış olması da onun içinde daha farklı bir yara açmıştır. Bir nevi yuttuğu zehir içinde kalmış ve o, ne bu zehri dışarı akıtabilmeyi başarmış ne de ölebilmeyi başarabilmiştir.

Yaz Yağmuru – Kitap Açıklaması

Elinizdeki kitap Ahmet Hamdi Tanpınar´ın daha önce yayımlanmış olan “Yaz Yağmuru” ve “Abdullah Efendi´nin Rüyaları” isimli hikaye kitapları ile dergilerde yayımlanmış fakat kitaplarına girmemiş iki hikayesinden oluşmaktadır.

(Tanıtım Bülteninden)

KitapDiyarı
KitapDiyarı
İnsan her şeyi anlatamaz, zaten kelimeler de her şeyi anlatmaya yetmez.

BENZER KONULAR

YORUMLAR

Abone ol
Bildir
guest
0 Yorum
En eski
En yeni En çok oy alan
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüleyin

Sosyal Medya

774BeğenenlerBeğen
4,854TakipçilerTakip Et
21TakipçilerTakip Et
22TakipçilerTakip Et
62AboneAbone Ol

Günün Kitabı

Editör Seçimleri

Popüler Konular

Son Konular